Çocuğum, ama okul çağında bir çocuk. Yürüyerek gidiyorum okuluma. Kışları o kadar zor oluyor ki, üşüyorum. Ellerim üşüyor en çok. Sabahları sıcacık yuvamdan hiç çıkmak istemiyorum. Annemin gözlerinin içine bakıyorum, ne olur “hava da çok soğuk, hasta olacaksın, hadi bugün evde kal” demesini bekliyorum. Ben söylerdim ama çekiniyorum. Çünkü annem “hayatını kurtarmak için okumalısın, senin en önemli sorumluluğun bu” diyor her zaman. Bakıyorum gözlerinin içine annemin, ama o beklediğim sözleri bir türlü söylemiyor. Üst üste giydiriyor beni, atkımı yüzüme sıkı sıkı sarıyor, kapının önüne çıkarıyor. Sırtım sıcacık yuvamda, önümde ise soğuk bir sokak. Kaderime küsüp düşüyorum yola. Zamanda Yolculuk
Yok bu sefer bütün gece düşündüm. “Yarın ne yapsam da acaba, okula gitmesem.” Camdan bakıyorum hain kar hızla yağıyor, rüzgar camları sarsıyor. Niyetim kesin, yarın okula gitmeyeceğim. Düşünüyorum, düşünüyorum, tanrım bana akıl ver de bir şey bulayım, ama annemi ikna edecek hiç bir şey bulamıyorum. Sabaha karşı geçen gün seyrettiğim bir film geliyor aklıma: Zamanda Yolculuk. Genç bir adam garip bir makine yapıyor, giriyor içine, oradaki rakamları çevirip istediği zamana hooop diye gidiveriyor. Tanrım ne güzel bir çözüm. Böyle bir makinem olsa ben de hoop diye istediğim zamana gitsem. Evet gidebilsem ne yapardım diye düşündüm, farzedelim makineyi ben de yaptım.
Okula gitmeyeceğim kesin de, nereye ne zaman gitmeliyim? Düşündüm ki, ben okula gitmek istemiyorum. O halde en doğru zaman okulun bittiği zaman. Hoop bir gitmişim okulu bitirdiğim yıllara. Ne güzel, hayali bile mutlu etti beni. Hayalimde, kocaman bir adam olmuşum, işim gücüm var diye düşünürken yorgunluktan uyuyuvermişim.
Zamanda Yolculuk- Gençliğim
Sabah saatin alarmı ile uyandım ama kalkmadım hiç, yatak ne kadar sıcaktı. Koridorda annemin ayak sesini duydum her zamanki gibi. Yine seslendi bana “Oğluuuum.” diye. “Kalk hadi okula geç kalma” diyecek diye düşünürken, gözlerimi faltaşı gibi açtıran bir söz duydum. “Hadi kalk işe geç kalacaksın”.
Uykum falan kalmamıştı, fırlayıverdim yataktan. Ayağa kalktım, tanrım boyum ne kadar uzamış, adım atarken dengem bozuldu sanki. Banyoya koşup aynaya baktım. Bana bakan kirli sakallı, gözlerinin altında hafif bir torba olmuş, bezgin suratlı bir adam vardı. “Bu benim büyümüş halim mi? Hiç de sevimli değil” diye geçirdim aklımdan. Konuşmaktan korktum nasıl bir ses duyacağım diye.
Cesaretimi toplayıp anneme seslendim. “Geliyorum anne.”
“Kahvaltıya gelmeden traş ol” diye bir cevap aldım.
Şöyle bir toparladım kendimi. İşte istediğim olmuştu, okul bitmiş, işe başlamıştım. Harikaydı bu, dualarım kabul olmuştu ama nasıl olmuştu bu? Önce korkuttu beni, ama sevdim yeni halimi, biraz toparlar, traş da olursam yakışıklı bir adam olacaktım. Hazırlanıp kahvaltıya indim. Annem her zamanki gibi güzel bir kahvaltı hazırlamıştı. Evimiz hiç değişmemiş ama annem değişmişti. Saçlarına ak düşmüş, gözleri biraz daha çökmüştü, artık yaşlı bir kadın mıydı ne?
“Oğlum bu sıralar hep geç geliyorsun eve, bu kadar çok çalışılır mı? Dün akşam geldiğinde saat 1 olmuştu. Haftasonu da çalışmıştın. Yoruluyor, bütün pazar günü de yatıyorsun. Bak hiç arkadaşın kalmadı çevrende.” diyen anneme şaşkın bir ifade ile baktım. O ise bakışımın farkına varmadan konuşmaya devam etti.
“Sana oku, çalış, iyi bir meslek sahibi ol demiştim hep. Ama sen üniversiteye gitmedin. Bir muhasebecinin yanında ne kadar maaş alabilirsin ki? Benim de emeklilik maaşım olmadan geçinemeyiz. Oysa artık zamanı geldi, senin de yuva kurman gerek. Nasıl yapacağız bunu?”
Türkiye’nin En İyi 10 Üniversitesi
Annemi çok da dinlemeden, yeni durumumdan hoşnut, üstünümü giyinip işe gitmek için dışarı çıkmaya hazırlandım. Sonunda okula gitmeyecektim, büyük olmak keyifliydi. Hatta işe gitmek istemezsem annem de bir şey diyemeyecekti.
Ayakkabılarımı giyerken annem seslendi.
“Kalın giyin, atkını da sarmayı unutma, bugün kar yağıyor, rüzgar da bayağı sert.”
Bu ses beni bir an için yıllar önceye götürdü. Tanrım yeniden sıcacık evimden çıkıp, buz gibi sokaklara gidiyordum. O zaman düşündüm, “okul mu daha iyiydi, yoksa işe gitmek mi?”
Bu sorunun cevabını çok da önemsemeyip işe doğru yola koyuldum, buz gibi sokaklarda. Okula yürüyerek 5 dakikada gidiyordum. İşimse biraz uzaktaydı, 2 otobüse binip 10 dakika yürüdükten sonra 1 saatte ancak varıyordum işe. Artık alışmıştım, düşünmeden yapıyordum bunu.
İşe vardığımda patron daha önce gelmişti. Bir müşterinin hesaplarında sorun olmuş, büyük bir ceza gelmişti. Müşteri bizi sorumlu tuttuğu için burnundan soluyordu patron.
“Cezayı bize ödetecekmiş, atlamasaymışız, hata yapmasaymışız. Kendi müdürü niye kontrol etmemiş ki, olabilir bir hata yapabiliriz ama onun müdürü de kontrol etmeliydi.” diye söylenip duruyordu. Ofisteki diğer çalışanların ağzını bıçak açmıyordu. Bu hatalı işlemin girişini yapan arkadaş, dokunsan ağlayacak haldeydi.
“Eğer bu parayı bizden keserse, son kuruşuna kadar senden alacağım” diye bağırdı patron ağlamaklı arkadaşa. “Demin şirketteki müdürün de sorumlu olduğunu söylüyordunuz, o zaman buradaki hatadan siz de biz de sorumluyuz” diyecek oldum, lafı ağzıma tıkadı. Ortalık o kadar karıştı ki, bir müşteri ziyaretini bahane edip erken çıktım işten. İşimi de çabucak bitirip eve gittim.
Odamda düşündüm, “Bunun için mi çocukluğumu, gençliğimi yaşamadan bu zamana gelmiştim.” Hiç de istediğim gibi olmamıştı. Derin düşüncelere daldım. Bir noktada belki de evden hiç çıkmak zorunda olamayan emeklilerin güzel bir hayat yaşadığını düşündüm. Sorumlulukları ne kadar azdı, yalnızca günü tamamlamak için vakit geçiriyorlardı. Acaba o yaşlarda mı yaşasam diye düşünerek uykuya daldım.
Zamanda Yolculuk- Emekliliğim
Sabah uyandığımda gri bulutların arkasından bakan güneşin iyice yükselmiş olduğunu gördüm. Saat de çalmamış annem de uyandırmamıştı beni. “Eyvah işe geç kaldım” diye düşündüm. Yataktan çıktım, ayağa kalkmakta zorlandım biraz, yavaşça kalktım. Odadan çıkıp banyoya gittim. Işığı açıp aynaya baktığımda bir çığlık attım. Şu beyaz sakallı, kel kafasında bir kaç tutam beyaz saç olan ben miydim? O zaman anlamıştım hooop zamanda yolculuk yapmıştım yine. Bu kez, güzel olur dediğim emeklilik zamanıma.
Oh be diye bağırdım, nihayet evden çıkmak zorunda olmayacaktım. Keyifle indim aşağıya, annem nefis bir kahvaltı masası hazırlamıştır şimdi, saat de bayağı geç oldu, artık o da geç ediyordur kahvaltıyı diye düşündüm merdivenlerden inerken.
Ama farkettim ki üst kat gibi salon da soğuktu. Sobayı yakmamıştı herhalde, tabii o da yaşlanmıştır, ah bendeki düşüncesizlik, kalkıp ben yakmalıydım diye düşündüm. Salona inince seslendim anneme, mutfakta mıydı acaba? Cevap gelmedi. Masa da hazırlanmamıştı, merakla girdim mutfağa, kimse yok. Heralde o da uyuya kaldı diye koşarak odasına çıktım. Kapıyı açtım, kimse yok, hatta yatağı hiç bozulmamış. Yerde hep terlikleri olurdu, onlar da yok. Yalnızca duvardaki babamın da olduğu aile resmimiz duruyor. Yanında da onunla benim resmim. Yakından baktım daha önce görmediğim bu resme. Benim saçlarım yine beyaz, annem de ne kadar yaşlanmış, ufacık kalmış. Yüzünde bir solgunluk, hasta mıydı acaba bu resmi çektirdiğimizde diye düşündüm.
Yeniden aşağı indim, acaba ekmek almaya mı gitmişti. Dış kapının önünde durdum, hep mantosunun asılı olduğu yere baktım, hiç bir şey yok. Dışarı çıkarken mantosunun yerine astığı evde giydiği hırkası da yok. Ayakkabısı yok, ama onları giyerken bıraktığı terlikleri de yok. Mutfağa koştum, en azından çayı demlemiştir diye, ama mutfakta yanan bir ocak yok. Salondaki koltuğa devrildim sanki. Ne olmuştu, annem neredeydi?
Hızlıca giyindim, çok da aldırmadım dışarıdaki soğuğa. Önemli değildi ki, işim vardı, annemi bulacaktım. Kapıdan çıktım sağa baktım, sola baktım. Ayşe teyzelerin evi vardı bitişiğimizde, kapısını çaldım. Tanımadığım biri açtı kapıyı. “Annemi gördünüz mü?” diye sordum. “Ben annenizi tanımıyorum ki, 2 yıldır burada oturuyoruz” dedi. Ayşe teyzelerin evinde kiracı yaşıyordu. Ayşe teyze ölmüş, kızı da evlenip başka şehre taşınmıştı.
Bakkala gitmiştir deyip, 2 sokak ötedeki Emin amcanın bakkalına koştum. Tanımadığım isimde büyük bir dükkan olmuştu, bakkal yoktu, onun yerinde her seferinde ses çıkaran bir cihaza alınanları gösteren bir kasiyer vardı. Çekindim ona birşey soramadım, insanlar kuyrukta bekliyordu.
Mutsuz bir halde eve döndüm. Kimse kapımı açmadı, ben kimseye gidemedim. Televizyonu açtım, eskiye göre daha hafif ama ekranı daha büyük televizyonumu. Haberlere baktım bir süre, hiç bir şey anlamadım, sıkıldım. Bir müzik programı vardı, keyfim yoktu ki şarkıyla şenleneyim. Saate baktım, 1 olmuştu. Off nasıl geçecekti akşama kadar zaman.
Bir kaç kere yukarı çıkıp aşağı indim amaçsızca. Soba yoktu, neyle ısındığımızı anlayamadım. Duvarlarda bazı borular ve bir şeyler vardı ama onu nasıl ısıtacağımı bilemedim. Saate baktım dakikalarca, uzamışmıydı bu dakikalar.
Akşamı ettim belki de yıllar geçti sanarak. Neyse ki kıştı, erken karardı hava. Bir umut yattım yatağa. Aklımdan pişmanlıklar geçti. Kaybettiğim zamana, okuluma, gençliğime, anneme… İçimden hooop dedim bir umut, kapadım gözlerimi.
Ertesi sabah, büyük bir mutlulukla, sevinçle ve umutla fırladım sokağa. Annemin arkamdan “Önünü iyi kapa, hava soğuk, okuldan sonra hemen eve dön” diye bağırdığını duymadım bile.