Resim Sanatı ve Rönesans
Sanatın bugüne kadar tam bir tanımı yapılamamıştır. Belki de onu bu kadar cazip kılan şey tanımlanamamasıdır. Yani tek bir tanımının olmamasıdır. Çünkü kolayca tanımlayabildiğimiz şeyler bir süre sonra cazibesini yitirir. Ancak sanat her zaman cazibesini korumuştur. Her zaman ardında bir bilinmezlik, bir gizem bırakmıştır.
Rönesans Dönemi Resim Sanatı Hakkında Bilgiler
[Resim 1 – Altamira Mağarası Bizon Resimleri]
Sanat insanın bir parçasıdır. Bazen kendinden bıraktığı bir iz tıpkı; Altamira’daki mağara resimleri gibi, bazen zihnimizdeki idealin altın oranlarla kusursuz bir şekilde tablonun üzerine yansıtılmasıdır. Bazen basit bir fırça darbesiyle, bazen de dantel gibi işlenmiş bir desenle tinin tezahürü olmuştur. Her hâlükârda sanat bir ifade stilidir. Bu ifadenin tarzı ise sanatçının üslubudur.
Belki bugün bir Rönesans tablosuna baktığımızda bu bizi önceki yüzyıllara nazaran daha az etkileyecektir. Günümüzde ekranların esiri altında olmamız zihinsel dünyamızı değiştirmiş olabilir. Sürekli bir görselliğe maruz kalıyoruz. Cep telefonlarımız, bilgisayarlarımız, televizyonlarımız, dergiler, gazeteler, reklam panoları vb. gibi dijital ve basılı ortamdan maruz kaldığımız bu görsel dünya elbette ki bizim bakış açımızı değiştirecektir. 15. yüzyılda bir tabloya bakan bir insanın ne hissettiğini bugünkü anlamda anlamak ve tanımlamak pek çoğumuz için zordur. Küçük yaşlardan itibaren ekranlara alışıyoruz. Ancak 15. yüzyılda yaşayan bir insanın dünyasında bu öğelerin hiçbiri yoktu. Onun görebileceği şeyler sadece konumu ile sınırlıydı. Bugün hiç gitmediğimiz yerlerdeki eserleri kolaylıkla görebiliyoruz. Başka bir ülkede çekilmiş görüntülere anında ulaşabiliyor bu vasıta ile orayı uzaktan keşfedebiliyoruz. Fotoğraf makinesinin icadından önce bunların hiçbiri olanaksızdı. Bugün Eiffel Kulesi’ni ilk bakışta tanımamız için Paris’e gitmemize gerek yok. Çünkü onu daha önce mutlaka gördük, deneyimledik. Ancak eski dünyada böyle bir şey ancak oraya gidenlerce deneyimlenebiliyordu. Ve ancak imkanımız varsa orası hakkında yazılanları okuyarak veya çizimine bakarak hakkında fikir sahibi olunabiliyordu.
[Resim 2, Sandro Botticelli, Bahar]
İşte tüm bunları hesaba kattığımızda bir Rönesans tablosunun ne anlama geldiğini daha iyi anlayabiliriz. Ve o dönem için böyle bir tabloya bakmanın ne demek olduğunu kavrayabiliriz.
Rönesans resim sanatı çok gelişmiştir. Onu ihtişamlı kılan kusursuzluğu aramış olmasıdır. Gotik Dönem ya da Ortaçağ diye adlandırdığımız bir önceki çağ dini kuralların sanata egemen olduğu bir dönemdir. Çıplaklık, gerçekçilik (realizm) bu dönemdeki yasakların başında gelmekteydi. Resim kilisenin belirlediği belli kurallar altında icra edilebilmekteydi. Konu bakımından da muhakkak dini olması gerekiyordu. Yani işlevsellik ön plandaydı. Gotik dönemde mimari de resim (fresk) de aynı amaca hizmet eder. Resim sanatında Rönesans’ın sinyalini 13. yüzyıldan itibaren görebiliriz. Rönesans’ın mihenk taşı İtalya olmuştur çünkü orada Gotik sanat hiçbir zaman hakimiyet kuramamıştır. Bunda limanlarıyla önemli bir ticaret merkezi olması da etkili olmuştur. Rönesans İtalya’da doğmuştur. Giotto’nun 13. yüzyılın sonlarında yaptığı eserlerinde daha şimdiden bir perspektif arayışının olduğunu görebiliriz. Bu dönemde özel siparişler ile çalışan sanatçılar hakkında çok fazla bilgiye sahip değiliz. Ortaçağ’da kilisenin isteği doğrultusunda sanatçılar eserlerini imzalamamışlardır. Bunda dini sebepler öne sürülmüş ilhamın Tanrı olduğu ileri sürülmüştür. Rönesans’ta bireyi tanıyoruz. Bireyin kimliğini tanıyoruz. Resimde portre sanatıyla tanışıyoruz.
(Resim 3, Jan van Eyck, Arnolfini’nin Düğünü, 1434)
Rönesans 14. yüzyılda İtalya’da ortaya çıkmış geleneksel ile modern arasında bir köprü olmuştur. Bilim, sanat, edebiyat ve mimari bu dönemde iç içe beraberce değişim göstermiştir. Her şeyden önce Rönesans insanının dünya görüşü değişmiştir. Uhrevi dünya anlayışının yerini dünyevi dünya anlayışı almıştır. Yani öbür dünyaya, ahirete odaklı Ortaçağ yaşamı yerini seküler bir dünya düzenine bırakmıştır. Cennet ve cehennem insanın elindedir anlayışı hâkim olmuştur. Yani yaşadığımız dünyayı da cennete çevirebiliriz görüşü benimsenmiştir.
Elbette ki bu görüşler birdenbire ortaya çıkmış değildir. Rönesans’ın esas temelini antik dünyadan kalanlar teşkil etmiştir. Antik dünya bu dönemde yeniden keşfedilmiş, Rönesans’ın temelini Klasik Yunan ve Roma dünyası oluşturmuştur. Rönesans kelime anlamı olarak Yeniden Doğuş anlamına gelmektedir. Bu yeniden doğuşun küllerini Antik Dünyanın ünlü filozoflarının bıraktıkları eserler, mimari ve heykeller oluşturmuştur.
(Resim 4, Giotto, Su Mucizesi 1297-1300)
Rönesans’ın resim sanatındaki en büyük getirisi perspektif ve yağlı boya olmuştur. Önceki dönemlerde kullanılan boya teknikleri eserin üzerinde uzun süreler boyunca çalışılmasına mani olmaktaydı ancak yağlıboya bu sorunu ortadan kaldırmıştır. Böylece sanatçılar atölyelerinde çıraklarıyla beraber tabloların üzerinde aylarca çalışabilmişlerdir.
Perspektifi tek bir kişiye mal etmek elbetteki haksızlık olacaktır. Aslında perspektif zaten bilinen ancak nasıl uygulanacağı bilinmeyen bir teknikti. Perspektifin ilk kez Antik Yunan’da keşfedildiği anlaşılmaktadır. 15. yüzyılda bunun tekniği ve nasıl uygulanacağı yeniden keşfedilmiştir. Bu keşfin deneme yanılma yoluyla oluştuğu yapılan eserlerden gözlemlenebilmektedir.
(Resim 5, Leonardo Da Vinci, Son Akşam Yemeği, 1498)
Rönesans resimleri için genel bir tablo çizecek olursak ilk önce figürlerin durağan olduğunu söylemeliyiz. Barok dönemde bu değişecek olsa da Rönesans’ta figürlerin durağan (hareketsiz) bir şekilde genellikle düzlemsel (cepheden) olarak betimlendiğini görebiliriz. Profilden ve geriye dönük çizilmiş figürleri de sonraki dönemlerde sıkça göreceğizdir. Rönesans tablolarında sembolizm önemli bir yer tutmaktadır. Leonardo Da Vinci’nin Mona Lisa’sı, Son Akşam Yemeği ve Kayalıkların Meryem’i gibi eserleri hakkında günümüze değin pek çok teori ortaya atılmıştır. Keza Botticelli, Jan van Eyck, Titian gibi ressamlar da bundan payını almışlardır.