Bazen bazı filmler vardır. Siz hiç o filmin sizi ne derecede etkileyeceğini anlamaz veyahut küçümsersiniz çünkü başkalarının yorumları, puanları sizi etkilemeye, filmi izletmeye yetmemiştir. O an izlemek ve sonraya atmak veyahut hiç izlememek arasında kaldığınızda yaptığınız seçiminde ne denli önemli olduğunu seçiminizin sonucunda size hissettirdiği ile anlarsınız. İşte o an ben filmi izlemeyi seçtim ve 2009 yapımı Adam filmi de beni hiç pişman etmedi. Üstelik beklentimin dışında iyi de hissettirdi…
Adam Filminin Hikayesi Ne?
Hikayemiz asperger sendromuna sahip Adam Raki’nin (Hugh Dancy) babası öldükten sonra kendi başının çaresine bakmasını ve bu keşmekeş içinde kendi kabuğundan etrafında ki insanlar sayesinde nasıl sıyrıldığını anlatıyor. Evden işe, işten eve bir hayat süren Adam, Beth Buchwald (Rose Byrne) ile tanıştığında ise asıl macerası da başlamış oluyor. Beth ile zaman geçirirken ne kadar mutlu olduğunu fark ettiği zaman ise hastalığının neden olduğu asosyallik sıkıntısı ile başa çıkması gerektiğini de fark ediyor, Adam.
Asperger Sendromu ve Otizm Sendromu Arasındaki Farklılıklar
İşte sizde burada gerçekten ana karakterle ciddi bağlar kurabiliyorsunuz ki bu sizi filmin sonuna kadar sıkı sıkıya tutabiliyor. Beth’in ailesi ile tanışması ve içinde bulunduğu diyaloglar ise onu bir kere daha değişime zorluyor ve anlıyor ki; söylenilen her sözün de doğru bir anı var ve doğruluğu ile can acıtma oranı da doğru orantılı. İşte orada anlama kısmının Adam dan size geçtiğini anlıyorsunuz. Senaryo da çokça zayıflıklar olsa da karakterizasyon ve hele ki ana karakter empatisine ilginç bir şekilde uğraşılmış ya da Hugh Dancy harika bir şekilde aktarmış. Bu yüzden de film seyirci üzerinde bıraktığı anlam itibari ile empatinin bile bir sanat olduğunu anlatıyor bana göre. Çünkü salt empati ifade ettiği itibari ile karşındakinin durumunu anlayıp ona göre davranmayı gerektirir ama bunu estetikle harmanladığınız vakit yaptığınız empati size de zuhur eder, sizi değiştirir. İşte bu yüzden, film harika aktarımı sayesinde sevgimi kazanıyor. Finali ise tüm bunlardan sonra sizi biraz burukta olsa tatmin edebiliyor lakin internette film hakkında araştırma yaptığım vakit çekilmiş alternatif bir sonun daha olduğunu gördüm lakin var olan son beni tatmin ettiği için bakma ihtiyacı hissetmedim.
Senaryoyu anlattığım kısımda ufakta olsa değindim lakin açmak gerekecek olursak oyuncular rollerine cuk diye oturmuş ve verilmesi gereken hisleri çokça vermişler. Öyle ki Hugh Dancy’nin Adam’ı hissi vermenin ötesinde etkilemiştir. Şahsen Rose Byrne dan beklerken Dancy den görmek oldukça şaşırttı.
Kimler Yaptı?
Filmin müziklerini ise daha önce Baywatch ve Lost in Space gibi filmlerin müziklerini yapan Christopher Lennertz yapıyor ve açıkça söylemeliyim ki müzikleri rahatlıkla görevlerini yerine getirmişler. Bazı filmlerin müzikleri vardır ki kendileri de bir başlarına anlam ifade eder, size hayal kurdurturlar. Bazıları da vardır ki tek amaçları sizi filmin atmosferine daha çok çekmektir. Adam da olan müzikler kendi başlarına bir anlam neredeyse ifade etmiyor ama izlendiği vakit sahnenin içine alıyor sizi.
Final…
Adam, aslına bakarsanız ortalamanın üstüne pekte çıkamamış bir dram filmi. Ama yine de her halükarda içinde ki bir şey ile sizi içine çekeceğini düşünüyorum. Bu benim için empati düşüncesini çok güzel açıp harika bir şekilde anlatmasıydı. Sizin için olanı ise izlediğiniz vakit göreceksiniz…